5 Şubat 2016 Cuma

Teşekkür ederim

İstanbul'a, bu yorucu şehre henüz tekrardan yeni geldim. Geçen dönemin hala yorgunluğu var üstümde. Bugün ise yağmurlu bir gün. Bugünü kendime ayırmaya karar verdim. Karaköy'de keyifli müzikler çalan bir yerde oturur; kahvemi içer, kitabımı bitirir giderim diyordum. Nitekim öyle de yapıyorum, çok keyifli bir yerde oturuyorum. Fakat kitap okumak yerine, şu an bunu yazıyorum. Nedeni de aşağıda.

Karaköy'ün arkasındaki kahvecilere gitmek için Tophane'de tramvaydan inmek çok daha kolay bir yol. Ben de öyle yaptım. İndim ve yaya geçidine geldim. Yağmursa tam tekmil, başımıza tüm gücüyle indiriyor. Neyse ki başlığım var diyip montuma teşekkür ediyorum. Bekliyorum. Kırmızı ışığın buyurduğu kurala baş kaldırarak, arabaların arasından sıyrılmaya çalışan insanları kınarcasına bakmayı da ihmal etmiyorum.

Karşımdaki ışığa bakarken hemen yanında bir beyefendi gördüm. Beyefendi diyorum; çünkü amca, hatta dede yaşında bir bey için mükemmel bir şıklıkta giyinmişti. Üstüne çok güzel oturan şık ve sade bir paltosu, henüz evde yeni ütülenmiş bir pantolon. Kapkalın kaşlar, seyrek saç, dümdüz ve kıvrımlı bir burun, mavi gözler. Beyefendi bana Atatürk'ü andırmakta geç kalmadı. O beyefendi, kapşonu olmayan o palto yüzünden sürekli ıslanıyordu. Başını, olabildiğince omuzlarının yanına çekmişti. Şemsiyem olmadığı için bu kadar üzüldüğümü hatırlamıyorum.

Ben bunları düşünürken, beyefendi bana sessizce işaret parmağını tuşa basar gibi yapıp bana bakarak işaret etti. Vızır vızır geçen arabaların artık durması için, yanımdaki tuşa basabilip basamayacağımı soruyordu. Ben hemen hareketlendim, bu beyefendiyi olabildiğince az ıslatmak için en hızlı biçimde tuşa basıp onu kurtarmayı planlıyordum. Tam da o sırada arabalar geçmez oldu, kırmızı yanmasına rağmen yol bize kalmıştı. "E hadi, madem kimse yok geçelim" dercesine bana bir bakış attı. Kabul edercesine başımı eğdim. Yanımdan geçerken ilginç bir aksanla bana "Teşekkür ederim.", dedi. "Ne demek, rica ederim." derken adamın Yunan asıllı olduğunu anlamıştım. 

Bu olay topu topu yirmi saniye falan sürdü. Peki ben bunu neden anlattım?

Buradaki insanlar, kibarlığı haketmiyorlar. İnsanların büyük çoğunluğu artık birilerine iyilik etmeyi, güzel bir şey söylemeyi zayıflık olarak kabul edip karşılarındaki insanlardan yararlanmaya çalışıyorlar. Buna dönüşen bir insanlık var karşımızda. Fakat buna rağmen, bu bahisteki beyefendimiz ıslanmakla meşgulken, bana olanca samimiyetiyle öyle bir teşekkür etti ki, aklımda o andan itibaren tek şey kaldı. İstanbul, bu insanlara kalmalı. 

Rica ederim beyefendi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder